Giresun Sanat

“HAN DUVARLARI”

“HAN DUVARLARI”
6 kez
23 Temmuz 2024 - 7:44
“Han Duvarları” şiirini çoğunuz duymuş olmalısınız.
Türk Edebiyatı’nın klasikleri arasında olan bir hayli uzun bu şiir, Behçet Kemal Çağlar ile birlikte ortaklaşa “Onuncu Yıl Marşı”nı kaleme alan büyük şair, öğretmen ve siyaset adamı (4 Dönem İstanbul Milletvekilliği yaptı) Faruk Nafiz Çamlıbel’in (18 Mayıs 1898 İstanbul-8 Kasım 1973 İstanbul) ölümsüz eseridir.
Bu şiiri, 1960’ların başlarında İsmet Nedim Hüseyni makamında besteler.
O yıllarda bayağı da ses getirir.
Peki, nedir “Han Duvarları”nın öyküsü?
Filmi 102 yıl geriye sararak, özetleyelim.
Faruk Nafiz Çamlıbel, 18 Mayıs 1898 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Edebiyata olan merakı dolayısıyla tıp öğrenimini yarıda bırakıp, edebiyat öğretmenliğine, yazarlığa ve gazeteciliğe geçer.
Yıl 1922’dir.
Faruk Nafiz, İleri gazetesinin temsilcisi olarak İstanbul’dan Ankara’ya gider, TBMM Hükümeti’nin emrine girerek 24 yaşında iken Kayseri Lisesi’ne Edebiyat Öğretmeni olarak atanır, burada iki yıl görev yapar.
Büyük bir ihtimalle Ulukışla’ya kadar trenle gider, oradan sonra da yoluna yaylı at arabasıyla devam eder.
İlk kez odundan, ocağından ayrı kalmanın hüznü ile, öğretmenlik mesleğine atılmanın tatlı heyecanı arasında bocalayan genç öğretmenin, yolculuğu esnasında birer gece konakladığı üç ayrı hanın duvarlarındaki dizeler dikkatini çeker.
Birinci handaki dizeler şöyledir:
““On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben.”
Çok etkilendiği bu dörtlüğü defterine not alır, yoluna devam eder.
İkinci handa, yine o meçhul şairin bir başka dizesi çıkar, karşısına:
“Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben”
Genç öğretmen iyice meraklanır, bu dizeleri de defterine not alır.
Kayseri’ye varmadan önce, önünde sadece bir han kalmıştır.
Bu hanın duvarında da, ilk iki dizenin devamı olan üçüncü dörtlükle karşılaşır.
Meçhul şairin adı artık belli olmuştur:
“Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı’mı el almış harem diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben”
Hancı’nın ifadesine göre, 1.dünya Harbi sonlarına doğru cepheden dönen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış adlı bir askerimiz vereme yakalanmış, bir süre konakladığı bu handa son nefesini vermiştir.
E, serde şairlik de var ya…
Bu acıklı öyküden son derece etkilenen Faruk Nafiz, araya Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın üç dizesini de serpiştirmek suretiyle, Kayseri’ye kadar olan maceralı yolculuğunu hayli uzun olan “Han Duvarları” manzumesiyle şöyle dile getirir:
“Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar…
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol… Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor…
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı… Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler…
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler…
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
“On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben”
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi…
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!…
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı… Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor…
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu…
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü…
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı “İşte Araplıbeli!”
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor…
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
“Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben”
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı…
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
“Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı’mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben”
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu:
“Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?”
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!”
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti…
Gönlümü Maraşlı’nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..”
Aradan uzun yıllar geçer.
İsmet (Nedim) Saatçi (1931, Samsun-19.3.2024 Berlin) adlı bir TSM ses sanatçısı ve bestekar, 1959’da Ankara Radyosu’na girer girmez Türk Müziği’nde yeniliklere ve ilk beste çalışmalarına başlar. İlk bestesi de, sözleri Çamlıbel’e ait “Çoban Çeşmesi”dir.
Basın Yayın Genel Müdürü Refik Ahmet Sevengil (o zaman TRT henüz kurulmadığından, devlet radyoları bu kuruma bağlı idi.) ile birlikte radyodan bestekarının sesinden sözleri kendine ait bu besteyi beğeniyle dinleyen İstanbul Milletvekili Şair Faruk Nafiz Çamlıbel, çok duygulanır. Ancak, Refik Ahmet Sevengil ile birlikte, geleceğin büyük yıldızı gözüyle baktıkları sanatçının soyadına takılarak, akılda kolay kalabilecek bir sanatçı soyadı bulmaya karar verirler. Sanatçının sicil dosyasını incelerler, babasının adının Nedim olduğunu görünce, hemen radyoya telefon ederek, İsmet Saatçi’ye, “Evladım”derler:
-“Biz senin soyadını babanın adı ile değiştirdik. Bundan sonra senin sanatçı adın İsmet Nedim’dir.”
Bu jest karşısında İsmet Nedim, üstadın bir başka şiiri olan “Han Duvarları”nı bestelemeye karar verir.
Hayli uzun olan bu şiirin içinden, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın dizelerini seçer ve Hüseyni makamında besteler.
İsmet Nedim, bir taraftan Türk Müziği’nde yaptığı yenilikleri test etmek, diğer yandan da yeni bestelerini görücüye çıkarmak amacıyla 1962 yılında Ankara Büyük Sinema’da konser vermeye karar verir. Davetliler arasında, devrin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel başta olmak üzere devlet ricali de vardır. Konser salonu saatler öncesinden tıklım tıklım dolmuş, en az içeridekiler kadarı da dışarıda kalmıştır.
Sanatçımız konserinde bazı bestelerine uygun sahne düzenlemeleri yapar.
Bunlardan hatırımda kaldığı kadarıyla ikisi; “Aşk dilencisi” ve “Han duvarları”dır. Tüm dinleyiciler adeta büyülenmişçesine şarkıyı huşu içinde dinler.
Şarkı biter bitmez, Büyük Sinema alkıştan adeta yıkılır.
Bu konserden sonra şöhret basamaklarını hızla tırmanmaya başlayan sanatçımız, TSM’de yaptığı batı tarzı yenilikler ve bir birinden muhteşem besteleriyle adeta bir beste fabrikasına dönüşür.
“Kalpsiz”, “Unutmak istiyorum”, “Sarı gülüm kokmaz mı”, “Agora meyhanesi”, “Arım balım peteğim”, “Boş kalan çerçeve”, “Benim de canım var”, “Adını anmayacağım”, “Oyun bitti”, “Seven ne yapmaz”, “Çoban çeşmesi”, “Gelincik çılgın aşkım”…başta olmak üzere, çoğu Yeşilçam filmlerine ad olarak dillere düşmüş 300’ü aşkın besteye imzasını atar.
Daha fazla uzatmadan sazı, sözü İsmet Nedim’e bırakmaya, “Han Duvarlarını” birlikte dinlemeye ne dersiniz?
Buyurun, birlikte dinleyelim.
HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
Hava durumu
-
-
-
Nem Oranı: -
Basınç: -
Rüzgar Hızı: -
Rüzgar Yönü: -
ANKET

Sitem nasıl?

Sonuçları görüntüle

Yükleniyor ... Yükleniyor ...