“MARTİNİMİN KOLLARI,
GECE KESTİM YOLLARI.
ASLAN MİCAN GELİYOR,
SAYMAZ KARAKOLLARI”
Bu dizelerle başlayan zeybek tarzındaki bu ünlü Giresun türküsünü (Mican) bilmeyen ya da en azından duymayan pek az kişi vardır, sanırım.
TRT Repertuarında da (No:1247) yerini alan bu türküyü bugüne kadar hemen hemen okumayan, plak ve albümlerine almayan sanatçı yok denecek kadar azdır.
Peki, yüz yılı aşkın bir maziye sahip bu türkünün kahramanı Mican’ın yaşam öyküsünü hiç merak ettiniz mi?
Mican’ın yaşam öyküsü 1957 yılında, Üsküdar’da noterlik de yapan merhum gazeteci-yazar Kerempeli Şaban Ersöz tarafından romanlaştırılmış, Giresun’da yayınlanan Karadeniz ve Yeşilgiresun gazeteleri tarafından tefrika edilmiştir.
Yeri gelmişken ünlü romancımız Yaşar Kemal’le aralarında geçen küçük bir anekdotu da aktaralım, ondan sonra asıl konumuza devam edelim.
Yıl 1957. Ünlü romancı Yaşar Kemal yakın dostu Şaban Ersöz’ü Giresun’da ziyaret eder. Hoş-beşten sonra ünlü romancı, “Ersöz” der:
-Bir eşkiya sen yakaladın, bir eşkıya da ben…Bırakma ’nun yakasını. Kitap haline getir.”
Ancak ne yazık ki en verimli çağında ani kaybından dolayı, Yaşar Kemal’in tavsiyesini yerine getiremez. Bu misyonu daha sonra kardeşi, dostluğuyla her zaman onur duyduğum Giresun Barosu avukatlarından şair, yazar Ahmet Ersöz üstlenir. Ahmet ağabey, daktilo edip kitap şeklinde ciltlettiği romanı ricam üzerine bir süreliğine emaneten bana vermişti. Maalesef onun da zamansız kaybıyla Micanoğlu kitap olma şansını ikinci kez kaçırmış oldu. Yazılarını keyifle okuduğum Ahmet ağabeyin sevgili kızı Sedef hanım üçüncü bir şans için acaba bize bir müjde verebilir mi?
Micanoğlu’nun yaşam öyküsünü 9 Eylül 1992-22 Nisan 1993 tarihleri arasında
Yeşilgiresun’daki tefrikasından da okumuştum. 170 gazete sayfası hacmindeki bu romanın, özetinin de özetini anımsayabildiğim kadarıyla anlatmaya çalışacağım.
***
Asıl adı Hüseyin olan Micanoğlu, 1864 yılında Giresun’un Keşap ilçesine bağlı Engüz (Dokuztepe) köyünde doğmuştur. Medrese tahsili de görmüş yakışıklı bir delikanlı idi. Erzurum’da vatani görevini yaparken, nişanlısının bir başkasına verildiğini öğrenir. Firar edip memleketine gelir. Bir tartışma esnasında sabık kayınpederini öldürür. Sonra köyün sözü geçen yaşlılarından birinin aracılığıyla teslim olur. Bir süre sonra hapisten kaçarak izini kaybettirir. Kimliğini gizleyerek bir köyde öğretmenlik yapmaya başlar. Zamanla şüpheler üzerinde toplanmaya başlayınca, aralarında bir aşk doğan köyün muhtarının kızı Gülüşan’ı da yanına alarak köyden kaçar. Gülüşan’ı bir yakınının yanına bırakarak Gürcü Eyüp Ağa namındaki şakinin çetesine katılır. Aba-zıpka, kabalak ve çizmeden oluşan kıyafetinin üzerine çapraz fişeklikleri kuşanır. Eline martinini alan, beline de tabancası ile kamasını takan Mican, tipik bir şaki olmuştur artık.
Eyüp Ağa, bir süre sonra yaşlandığını ileri sürerek köşesine çekilir. Gözü pekliği, zekası ve liderlik özellikleri taşıması nedeniyle çetenin başına Micanoğlu geçer. Artık Giresun’un geçit vermez dağları, yemyeşil yaylaları, derin vadileri Micanoğlu’ndan sorulmaya başlar. Halkı soyup soğana çeviren, zulüm altında inim inim inleten zengin ağalar, beyler haraca bağlanır. Özellikle Giresun-Sivas yolu üzerindeki kervanlar soyulur. Elde edilen ganimetten çetenin payı ayrıldıktan sonra geri kalanı fakir-fukaraya dağıtılır. Yoksulluktan kavuşamayan yavuklular için düğün-dernekler kurdurur, çeyizlerini de kendisi düzer, bizzat düğünlerinde de hazır bulunur. Bu arada Giresun’dan, Trabzon’dan bölük bölük, tabur tabur kolluk güçleri takibe çıkarılır. Mican, aklı ve cesareti sayesinde her pusudan, her kuşatmadan kazasız, belasız sıyrılmasını bilir. Hatta asker ve komutanlardan esir aldıkları bile olur. Ancak, “Onlar emir kuludur, gariptir” der, hiçbirine zarar vermez, hatta ikramlarda bulunduktan sonra serbest bırakır.
Aylar yılları kovalar…
Bu defa vurgunun adresi, bir Fransız direktör tarafından işletilmekte olan Aksu Vadisi Asarcık mevkiindeki maden ocağıdır.
Direktör genellikle Fransa’da bulunduğundan, buranın idaresi karısı madam tarafından yürütülmektedir. Micanoğlu, bu madene vurgun yapayım derken, asıl vurgunu yiyen kendisi olur! Madamla aralarında tutkulu bir aşk başlar. Gülüşan ise artık ikinci plana düşmüştür. Varsa, yoksa artık madam… Bundan sonra sık sık buluşmalar başlar. Bir taraftan vurgunlar, dağlardan yaylalara, vadilerden dik yamaçlara sık sık yer değiştirmeler, pusulardan kurtulmalar; öte yandan madam aşkı hızından bir şey kaybetmeden devam eder.
Sonrası mı?..
Micanoğlu’nun Kel Seyit adında, koyun sürüsü sahibi yakın bir dostu vardır. Kolluk güçleri Micanoğlu’nun yakalanması için Kel Seyit’ten yararlanmak isterler. Kel Seyit olan biteni Mican’a anlatır. Micanoğlu artık yolun sonunun göründüğünü, tövbekar olup artık bu işlerden elini, eteğini çekme zamanının geldiğini düşünerek, fırsat kollamaya başlar. Yıllardan 1901’dir. Yaşı da 37 olmuştur.
Ölümü üzerine çeşitli rivayetler vardır. Bunların içinde en kuvvetli olanı şudur:
Osmanlı Hükümeti’nin talimatı üzerine bir gün Kel Seyit’in adamları Mican’ı yakalar. Bir yolunu bulup Kel Seyit’in adamlarının elinden kurtulan Mican bir kar kuyusu içinde bir süre saklanır ve hastalanır. Buradan çıktıktan sonra Dereli’nin Kurtulmuş köyüne geçer. Bu olaydan dolayı çok üzülen Kel Seyit, olaya karışan çobanlarından birini öldürüp Karagöl’e atar, daha sonra Mican’ı ziyarete gider. Hasta yatağındaki Mican, elbiselerinin öldürmüş olduğu adamına giydirilerek hükümete teslim edilmesini Kel Seyit’ten rica eder.
Bir süre sonra iyileşip ayağa kalkan Mican, köylü kıyafetine bürünerek, madamla buluşmak üzere yola koyulur. Bu arada üzerinde Mican’ın elbisesi bulunan ceset de Giresun’a getirilerek hükümete teslim edilir. Böylece Mican’ın Kel Seyit tarafından öldürüldüğü haberi kısa sürede etrafa yayılır. Köylerde hüzün vardır. Ağıtlar yakılır, gözyaşları sel olup çağlar. Oysa Micanoğlu tebdil kıyafet bir an evvel madamına kavuşmak heyecanıyla yoluna devam etmektedir. Dinlenmek üzere bir hana uğrar. Bir köşede bağdaş kurmuş olan bir ozan, bir taraftan sazının tellerine vururken, diğer yandan da yanık bir türküyle hanın duvarlarını çınlatmaktadır:
“Rakı koydum fincana
Hele bakın Mican’a
Kör olası Kel Seyit
Nasıl gıydın Mican’a
(Bağlantı)
Oy benim canım Micanım,
Dünyalarda bir canım.
Martinimin pulları
Gece kestim yolları
Aslan Mican geliyor
Saymaz karakolları
(Bağlantı)
Seyit sen öleceksin
Kabire gireceksin
Dokuz tahta altında
Ne cevap vereceksin.
(Bağlantı)
Karanfilim saksıda
Bir yar sevdim Aksu’da
Mevlam bizi kavuştur
Akşam ile yatsıda
(Bağlantı)
Ayvasıl’ın turuncu
Espiye’nin pirinci
Ağaların içinde
Micanoğlu birinci
(Bağlantı)
Mican’ımın martini
Dolar dolar boşalır
Kel Seyit’in gelinleri
Giyinir de kuşanır
(Bağlantı)
Ayvasıl burun burun
Dayılar geri durun
Micanoğlu geliyor
Altına iskemle kurun
(Bağlantı)
Karagöl obasında
Su içtim kana kana
Mican’ın ağaları
Ağlıyor yana yana
(Bağlantı)
Galiser’i (1) ben yaktım
Kiresin’e (2) ev yaptım
Darılma padişahım
Eller ağzına baktım
(Bağlantı)
Galiser yolu taşlık
Galiser yolu taşlık
Gotgile hiç durmuyor
Her gün istiyor harçlık.
(Bağlantı)”
Micanoğlu kendisi için yakılmış türküyü dinlerken, hüzünlenir, mazi gözlerinde canlanır. Kimbilir belki de içinden, “Micanoğlu ölmedi. İşte burada!” demek geçer; yutkunur, söyleyemez. Ama o kararını çoktan vermiştir.
Bu duygular içinde handan ayrılan Micanoğlu, çok geçmeden madamına kavuşur. Ona her şeyi anlatır. Bundan sonra tek amacı kalmıştır; tövbe edip, hacca gitmek! Sevgili madamını yanına alan Giresun dağlarının taçsız kralı Micanoğlu, Hicaz yollarına revan olur.
Bundan sonrası mı? Bundan sonrası bilinmez. Bilinen bir şey varsa o da, halk müziğimizin büyük üstatlarından merhum Özay Gönlüm’ün tabiriyle, “halk denen büyük usta”nın Türk Musıkisi repertuarına “Mican” adlı bir türküyü kazandırmış olması.
***
(1) Galiser: Şebinkarahisar’ın halk arasındaki söylenişi.
(2) Kiresin: Giresun’un halk arasındaki söylenişi.
(3) Gotgile: Çetenin paraya doymayan en acımasız bir adamının lakabı. Devamlı Micanoğlu tarafından frenlenmiş, bir gün emir dinlemeyerek haksız yere cana kıyması üzerine Micanoğlu tarafından ortadan kaldırılmıştır.