Giresun Sanat

30 AĞUSTOS 1922’NİN KISA ÖYKÜSÜ

30 AĞUSTOS 1922’NİN KISA ÖYKÜSÜ
9 kez
29 Ağustos 2021 - 11:33

Seyfullah Çiçek

Yunan Ordusu Sakarya bozgunundan sonra Eskişehir-Kütahya hattında savunmaya çekilmişti. Ancak Ordumuz da hayli yıpranmıştı. Zaman kazanmak lazımdı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa büyük bir gizlilik içinde taarruz hazırlıklarına başladı. Ancak, askeri bilgilerden yoksun milletvekilleri (özellikle 2.Grup) Başkomutanı hedef alarak, gecikmeyi şiddetle eleştirmeye başlamışlardı. Bir taraftan bu eleştirileri göğüslemeye çalışırken, diğer yandan da yabancı ülkelerle diplomatik temaslar sürdürülüyordu. Sakarya Zaferi diplomasi alanında da elimizi nispeten güçlendirmişti.
Aradan bir yıl geçer. Büyük bir gizlilik içersinde yapılan taarruz hazırlıkları nihayet sonuçlanmıştır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, bir futbol maçı seyretme bahanesiyle 28-29 Temmuz 1922 gecesi Akşehir’de bulunan Batı Cephesi Karargahı’na gider. Üst düzey komutanlarla fikir alış verişinde bulunur. Her şeyin yolunda gittiğini görünce, gönül rahatlığıyla Ankara’ya geri döner.
İşi şansa bırakmak istemeyen Mustafa Kemal Paşa, 21 Ağustos’ta Çankaya’da kordiplomatiğe çay partisi vereceğini basın yoluyla kamuoyuna duyurup, 20 Ağustos’ta gizlice tekrar Akşehir’e savaş karargahına gider. Fevzi ve İsmet Paşalar’a taarruz tarihi olarak 26 Ağustos’u belirlediğini, buna göre hazırlıklı olmalarını söyler.
Tarihe “Başkomutanlık Meydan Muharebesi” olarak da geçecek olan Büyük Taarruz, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle 26 Ağustos 1922 sabahı saat 05.30’da Kocatepe’den yapılan yoğun bir top atışı ile başlatılır.
Uyku mahmurluğu içersinde olan Yunanlılar bir anda neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Kahraman Türk Ordusu, bir başka tabirle “Çılgın Türkler” düşmanı önüne katmış; şimşek olmuş çakıyor, sel olmuş coşuyor, on binlerce imanlı hançereden çıkan “Allah Allah!” nidaları arş-ı alaya yükseliyordu.
Şaheser uyanmıştı artık. Onları değil Yunanlılar, yedi düvel bir araya gelse durduramazdı artık! Bendini yıkmış ırmaklar gibi akıyor, kafesini parçalamış arslanlar gibi kükrüyorlardı. Dağ, taş Mehmetçik kaynıyordu.
Sözü burada Nazım’a bırakalım:
“Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar : “Üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlıyacaktı.”
Nazım Hikmet, böyle diyordu demesine de…
Türk Ordusu’nun önünde aşılması çok güç büyük bir engel vardı.
Neydi bu engel?
Tepelerin yamaçlarına Yunanlılar dikenli tellerle öyle sağlam bir tahkimat yapmıştı ki, daha önce Yunan birliklerini denetlemeye gelen bir İngiliz Generali, “Türkler eğer bu tel örgüleri geçebilirse, gelip Avrupa’yı da alsınlar” diye alay etmişti.
Sakarya Meydan Muharebesi’nde, Atatürk’ün anlatımıyla “ bellerindeki eğri bıçakları çekerek düşmanı eski mevzilerine çekilmeye mecbur bırakan fakat bu arada tamamına yakınını da şehit veren Giresun Uşakları ne güne duruyordu?
47.Giresun Gönüllü Alayı, komutanları Milis Piyade Yarbay Osman Ağa’nın çabalarıyla Giresun’dan yaptığı takviyelerle kısa sürede yaralarını sararak, Büyük Taarruz’da da yerlerini almışlardı, hem de ön cephede!
Afyonkarahisar’ın İscehisar ilçesine bağlı Doğanlar köyü sınırları içersinde bulunan Kabaçkıran ve Dedesivrisi (Sivritepe) mevkilerinde mevzilenmiş olan düşmanla savaşa tutuşmuşlardı.
Ah bir de şu tel örgüler olmasaydı!
Oysa bir daha geri dönmemeyi göze alarak yola çıkmış olan gözü kara Giresun Uşakları için imkansız diye bir kavram yoktu. Nitekim 47.Giresun Gönüllü Alayı’na mensup 38 serdengeçti Giresun Uşağı, sağdan-soldan buldukları paslı makaslarla sessizce tel örgülere gelip dayanır.
Bu sırada, asıl adı Yanko olup, 15 yaşında iken İslamiyeti kabul eden ve soyadı kanunu ile birlikte Asal soyadını alan Ahmet Halis Asal (1902-1977) Ağustos’un kavurucu sıcağında dilleri, damakları kuruyan arkadaşlarına su yetiştirmek üzere Doğanlar köyüne iner.
O, arkadaşlarına su yetiştirmek için çabalaya dursun, 38 serdengeçtimiz de tel örgüleri o gece kesmeyi başarır.
Suyla birlikte geri dönen Ahmet Halis Asal, gördüğü manzara karşısında şok olur. Daha birkaç saat öncesine kadar kıpır kıpır olan canı kadar sevdiği yiğit arkadaşlarından 14’ü şimdi kara toprağın bağrında cansız yatmaktadır. Öğrenir ki, tellere takılı çıngırakların sesine uyanan Yunanlılar, kahraman fedailerimizi kurşun yağmuruna tutup, bunlardan 14’ünü şehit etmiştir.
Bundan sonrasını M.Şakir Sarıbayraktaroğlu şöyle anlatıyor:
“…Düşman kaçarken acele olarak toplanıp bu kısma defnedildiler. Ve Osman Ağa bir tahtaya Giresun 47. Osman Ağa Alayı şehitliğidir diye yazıp oradan ayrıldık. Ayrıca yaralılarımızdan hastanede iki tane de ölmüştür. Bunlar diğer arkadaşları gibi şehadet mertebesine ermişlerdir.
Akşam bozaltısı ile buradan düşman peşine gözyaşları ile yürüdük. Çünkü şehitlerimiz bu zaferi görememişlerdi.” (Osman Ağa ve Giresun Uşakları Konuşuyor, s.184)
Her yıl 29 Ağustos’ta devlet ve millet törenleriyle andığımız bu şehitlikte yatan 14 Giresunlu fedainin yanı sıra, sonradan 15.kişi olarak buraya defnedilen biri daha vardır. Bu kahraman gazi, bu savaştan sağ çıktıktan sonra, arkadaşlarına verdiği sözü unutmayıp harfiyen yerine getiren Ahmet Halis Asal’dan başkası değildir.
1977’de vefat eden bu kahraman gazimizin na’şı, vasiyeti üzerine Giresun’dan 900 km. mesafedeki Afyonkarahisar’a getirilerek çok sevdiği arkadaşlarının yanına defnedilir.
Araştırmacı, gazeteci, yazar Ergun Hiçyılmaz, “ ‘Alayının’ canına okuyan Alay” başlıklı yazısında şöyle anlatıyor, 47.Alay’ımızın burada verdiği savaşla ilgili duygularını:
“…Lafını etmemiz hatta hafızamıza nakşetmemiz gereken alay, Giresun 47’nci Gönüllü Alayı’dır. Ve kavgayı ederken bile ölümü ‘alay’a almıştır.
Bölgedeki Kabaçkıran ve Dedesivrisi mevkiini işgal ve tahkim eden düşmanı, bu alay 36 saat süren taarruzuyla Sivritepe’den sürmüştür.” (Cellatları da Asarlar, s.100)
Giresun Uşakları, arkadaşlarını Hak’ka emanet ettikten sonra, tekrar bıraktıkları yerden savaşa devam ederler. 36 saat süren bir taarruzdan sonra düşmanı Sivritepe’den atmayı başarırlar.
Aslında Büyük Taarruz’da şehit düşen Giresunlu gönüllülerin sayısı daha da fazladır. Bu 14 Giresunlu kahraman, adları bilinenlerdir.Ya Bolvadin’de, Özburun’da adları tesbit edilemeyen yüzlercesi?..
Şanlı Türk Ordusu’na Akdeniz yolu açılmıştı artık.
Afyon Ovası’na atlamak da ne kelime, düşmanı önüne katmış, 30 Ağustos 1922 günü Dumlupınar’da öldürücü son darbeyi vuruyordu.
Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis başta olmak üzere üst düzey komutanlar esir alınmıştı. Yunan ordusu dağılmış kaçıyordu. Zafer bizimdi artık. Ama dahası vardı. İzmir temizlenmeden zaferin tadı mı olurmuş?
Nitekim Başkomutan tarihe geçen o ünlü emrini verir: “Ordular; ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”
Kahraman Mehmetçik, bu emri alır da durur muydu artık. Kimi atlı, kimi yaya köyleri, kasabaları, şehirleri kurtara kurtara kızgın Ağustos sıcağında ha bire koştular. Çekilen çileler, ağlamalar, feryatlar yerini artık sevinç gözyaşlarına bırakmıştı. Halk ekmeğini, aşını, suyunu, ayranını askeriyle paylaşıyordu.
Gözlerimizi Erden Menteşeoğlu’nun “Giresunlu Fedailerle Konuştum Onlar da Çılgındı” adlı eserine çevirelim.
Eyüp Aydın (Giresun Yukarıalınlı köyü, 1900-1989) anlatıyor:
“… ‘Türkler ateş etmeden geliyor. Bu ne kıyamet’ diyen düşman şaşkına dönmüştü. (…) Düşman ateşi kesmiş kaçıyordu. (…) Cepheye girişte Osman Ağa karşımıza dikildi. ‘Arkadaşlar! Ne bekliyorsunuz? Düşman kaçıyor. Cephede kimse kalmamış. Dalın içeriye!’ diye bağırdı. Tel örgüleri bir anda aştık. Cepheye tamamen hakim olduk. Mazgallarda kocaman kazanlarda pirinç ve fasulye çorbaları kaynıyordu. Komutanın masasında içilmeye fırsat bulunmamış sıcak kahve fincanı duruyordu. Bizler de şaşırmıştık. Gözlerimize inanamıyorduk. Koyun kuzuya karıştı misali, asker zabit birbirimize karıştık. Sevinçten kucaklaşarak zaferimizi kutladık. Cephe bir anda bayram yerine döndü. Düşmanı gerçekten püskürttük mü yoksa rüya mı görüyoruz? diye birbirimize soruyorduk. Bir yandan da uşaklar horon kurmuş, coştukça coşuyordu. Herkes bayram ediyordu. Bırak sıcak çorbayı, açlıktan kuruyan asker bir kuru tayına talim ediyordu.” (s.53)
Mustafa Tığlıoğlu (Giresun Gemilerçekeği, 1900-1984) da; açlığın ne boyutta olduğunu şu sözlerle ifade ediyor:
“…Askerin iaşesi tükenmişti. Açlığın çaresizliğini yaşıyorduk. At pisliklerinden topladığımız arpa tanelerini paslı tenekelerde kavurup yedik” (a.g.e. s.56)
47.Giresun Gönüllü Alayı (Osman Ağa Alayı)’nda bir de İğneli Pembe namıyla maruf Gülpembe Hatun vardı.
Sakarya Savaşı’na da katılmış olan bu kahraman Türk kadını hakkında silah arkadaşı Eynesilli merhum Tevfik Gül (1901-1994), şunları söylüyor:
“…Sancak Çavuşumuz İğneli Pembe idi. Asker pantolonu ve ceket giyer, başını kara bir çemberle örterdi. Bayrak elinde, kılıcı belinde, askerin önünde giderdi. Taarruzlarda bizimle birlikte koşardı. ‘Oğullarım. Açlığınız var mı yoruldunuz mu oğullarım’ diye bağırarak bizlere moral verirdi. Hareket borusu çalar çalmaz, hemen alayın önüne geçerdi.” (a.g.e., s.67)
Ordularımız sel gibi coşmuş, Yunan’ı önüne katarak yıldırım hızıyla İzmir’e doğru ilerliyordu. Nihayet bu hızlı koşu, 9 Eylül 1922 tarihinde Kahraman Ordumuzun, güzel İzmir’imizin merkezi olan Konak’taki hükümet konağının balkonundaki bayrak direğinde sallanan Yunan bayrağını indirip, yerine ay yıldızlı al bayrağımızı çekmesiyle sona ermişti.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınında her zamanki gibi yine Giresun Uşakları; Giresun’un Seyid köyünden Çakıroğlu Hüseyin Onbaşı, Orhaniye köyünden Feslioğlu Numan, Dereli İlçesi Uzundere’den Şükrü vardı.
47.Alayımız ise Osman Ağa komutasında Salihli’ye varmıştı. Verilen bir emirle bu defa Turgutlu, Manisa, Akhisar, Kırkağaç, Soma, Ayvalık, Edremit, Balıkesir hattını izleyerek Balya madenine girerler. Halk özellikle Osman Ağa’yı çok merak ediyordu. Geçtikleri yerlerde büyük ilgiyle, sevinç gözyaşları ile karşılanırlar. Çünkü yerli Rumlar burada akla hayale gelmeyecek vahşet yapmışlardı. Irzına geçilen kadınlar, kundağında süngülenen bebeler, gözleri oyulan, kolları, bacakları kesilen, diri diri yakılan insanlar… Halk, bu insanlık dışı katliamları yapanlardan bildiklerinin isimlerini ve yerlerini Osman Ağa’ya ihbar ediyorlar, Osman Ağa’da hepsinin icabına bakıyordu.
Balya’dan sonra yanına 50 kadar süvari alan Osman Ağa, buradan İzmir’e geçer. Alayımız da Çanakkale üzerine yürür. Tam Çanakkale’ye varılmıştı ki, 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi (Ateşkes Antlaşması) imzalanır. Bunun üzerine Alayımız buradan tekrar Salihli’ye çekilir.
Kurtuluş Savaşı’na katılan Kuvayı Milliye güçlerinin akibetinden bahisle “…İçlerinden yalnız Topal Osman kuvveti M.Kemal’in muhafız kıtası olarak İzmir zaferinden biraz sonraya kadar ayakta kalmıştır.” diyen Falih Rıfkı Atay, İzmir’de rastladığı Osman Ağa’yla ilgili şunları yazıyor:
“…Zaferin ilk günleri İzmir’e vardığım vakit, Topal Osman’ı Buca’da görmüştüm. Söz arasında;
-Ah M.Kemal Paşa o kadını bana verse de karşı koymak nedir, ona göstersem…diyordu.
Bahsettiği kadın Halide Edip Hanımdı. Karşı koymak dediği şey de, Halide Edip Hanımın her türlü şiddet hareketlerini önlemek için Başkomutan ve cephe kumandanından daimi dileklerde bulunması idi.” (Çankaya, s.263)
F.Rıfkı’nın bir anısı da şöyle:
“…Bir defasında da: ‘M.Kemal Paşa’dan bir şey isterim. İstanbul’a gidince çadırlarımı Fener’de kurayım’ diyordu. Fener, Rum Patrikhanesinin bulunduğu semtin adıdır.” a.g.e. s.263)
30 Ağustos Zafer Bayramımız Asil Türk Milleti’ne bir kez daha kutlu olsun!
Bu muhteşem zaferi bizlere armağan ederek, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni armağan eden ebedi Başkomutanımız ve Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını bir kez daha minnet, şükran ve rahmetle anıyorum.
Ruhları şad, mekanları cennet olsun!

Seyfullah Çiçek

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
Hava durumu
-
-
-
Nem Oranı: -
Basınç: -
Rüzgar Hızı: -
Rüzgar Yönü: -
ANKET

Sitem nasıl?

Sonuçları görüntüle

Yükleniyor ... Yükleniyor ...