Sizlerin her çarşamba lütfedip okuduğunuz makalelerimi, salıları sabaha karşı yazdığımı biliyonuz umarım. Üzerine sabah ezanı sinmemiş yazının eksik olduğunu düşünmüşümdür hep. Bundandır belki.
Ve imam abilerimle birlikte işbaşı yaparız, bunu da itiraf edeyim.
Sabahın kör karanlığı önemlidir. Sokaktaki kedinin, acildeki sağlıkçının, duraktaki nöbetçi taksicinin, denizdeki balıkçının ve fırındaki ustanın kıymetini öğretir.
Diğer zaman dilimleri ile edebiyatın pek işi olmamalı zaten.
Örneğin, öğlenleyin yazılmış yazı eksiktir, akşam yazıları soğuk nevaledir falan… Yahu yazıp da yatayım denilen gece makaleleri suratsızdır. Üşengeçin yazdığı okunmaz.
***
Başkalarında nasıldır bilemem. Kendi payıma şunu diyeyim; uyumaya giderken aklımda “konu” denen şey asla yoktur. Fakat ne hikmetse gözümü açtığımda, konu benimledir.
Saba makamlı Allahu Ekber sesiyle gözlerim dolar… İçim ürperir.
Sese uyanan martıların gürültüsü bitene kadar, benim yazı da bitiverir. Bikaç saat sonra, imla kontrolü amaçlı okuduğumda şaşar kalırım her defasında, ula bunları ben mi yazmışım?
O, bi ruh halidir.
Sanırım ormanların gümbürtüsü başıma vurur türküsü de üç aşşaa beş yukarı bu duyguyu anlatır.
***
Hafiften rahatsızlık var bedenimde, uyumak zorundayım, imam abileri bekleyemeyeceğim. Demek, güzel bi yazı yazamayacağım. Bu haftalık affınıza sığınıyorum.
Kişisel yaşamımda…
Yeşilgiresun Gazetesi’ndeki köşemde…
Ulus Gazetesi’ndeki köşemde…
Bilgi Yurdu’muzun icraatında…
Kötü eser verme şansım yok bu saatten sonra.
Yani, sırf; soluk almak için yaşayamam, yazmış olmak için yazamam, konser vermiş olmak için konsere ekip çıkartamam…
Bu bir demdir gelir geçer. Merak etmeyin.
Haftaya çarşamba kavuşmak üzere.