Bir TV muhabiri, Erzurumlu dadaşa sormuş:
“-Küresel ısınma konusunda neler söylemek istersiniz?
“Vallah” demiş, Dadaş:
-Sobanın yerini heç bişi dutmir!”
Bizimkisi de bu hesap.
Suladık, olmadı.
Organik gübre koyduk, olmadı.
Şerbet yapıp döktük, olmadı.
Çapaladık, yine olmadı.
Tam ümidi kesmiştik ki…
Son yağmurlar bereket getirdi…
Olmayanlar olmaya başladı.
Dadaş’ın sobası gibi…
Yağmurun yerini de hiç bir şey tutmuyor, birader!
Malum, yağmur, Karadenizli’nin ayrılmaz bir parçasıdır.
Bila istisna her mevsim yağar.
Temel, yurtdışındaki oğlu İdris’e uzun bir mektup yazar.
Köyde ne kadar havadis varsa, satırlara döker.
Bu da o satırlardan biri:
“-Ula uşağum! Geçen hafta buraya iki defa yağmur yağdu. Biri pazartesu paşladu, perşembeye kadar, öteki de, Perşembe başladı, Pazar akşamına kadar devam ettu!”
Ama bazen de inadı tutar, bana mısın demez…
Sabahtan akşama kadar bulutlara bakarsın; ha şimdi, ha biraz sonra yağacak diye…
Biraz sonra güneş bulutların arasından zart diye kafasını uzatır, hayal kırıklığına uğrarsın.
Baktın olmuyor, akşam alırsın hortumu eline, başlarsın bahçeyi sulamaya…
Hep sınamışımdır.
Ne zaman bahçe sulamak mecburiyetinde kalsam, gece sabaha karşı göğün dibi delinir (bizde ‘g..ü delindi’ derler), adeta!
Neyse, sadede geleyim.
Fotolarda gördükleriniz, son yağmurların armağanıdır!
E, Yüce Tanrı’ya şükretmeyelim de ne yapalım?
Emeğimizin, alın terimizin karşılığını cömertçe verene sonsuz şükürler olsun.